13 Nisan 2010 Salı

8 Nisan 2010 Perşembe

CENGİZ HANA KÜSEN BULUT


Bu romanda Kuttubayev isimli bir yazarın(aynı zamanda öğretmen) yazdığı romanın askeri bir savcı tarafından dikkate alınması ve sonunda yazarın suçlamasını ele almıştır. Cengiz Aytmatov'un romanda genellikle üzerinde durduğu konu ise Kuttubayevin yazmış olduğu romandaki efsanedir.
Bu efsaneye göre dönemin en güçlü imparatoru olan Cengiz Han'ın sefere çıkarken kadınların çocuk doğurmasını yasaklamasıyla başlıyor. İlk başlarda bu kurala herkes saygı gösteriyor. Daha sonra birbirlerine aşık olan iki insan bu kurala uymayarak çocuk sahibi oluyorlar. Bunu öğrenen imparator ise ne kadar onları öldürmek istemese de halkının ona karşı olan saygısının azalmaması için onları idam ettiriyor.
Tansikbayev bu romanda devlete karşı bir tepki sezdiği için Kuttubayev'i suçluyor. Ve kendisinin bu suçlama sonunda rütbesinin artacağını düşünüyor. Ama Kuttubayev kendini kullandırmıyor ve kitabın sonunda intihar ediyor.

NOT:Bu roman aslında yazarın gün olur asra bedel kitabının devamı niteliğinde olan bir kitaptır.Yazarın o kitapla birlikte yayınlamama sebebi dikdatör bir rejimle yönetilen Rusya(SSCB) olarak biliniyor.Kitap bu rejimi eleştirdiği için yayınlanmasına izin verilmediği veya Cengiz Aytmatovun bu kitabı yayınlayacak zemini görmediği için Gün Olur Asra Bedel le birlikte yayınlamadığı düşünülüyor.Aslında gerçekten de Dişi Kurdun Rüyaları gibi rejimi biraz daha yumuşak eleştiren bir kitapla hükümeti eleştirmeye başlaması daha mantıklı duruyor. Kitapta SSCB nin adeta kalbi niteliğindeki KGB(Komitet Gosudarstvennoy Bezopasbosti" Türkçe’de manası Devlet Emniyet Komitesidir.") çok ağır bir şekilde eleştirilmektedir.Bu eleştirileri tabiki Aytmatov kendi eşsiz tarzıyla birlikte okurlarına sunmaktadır.

4 Nisan 2010 Pazar

DİŞİ KURDUN RÜYALARI


Isık Gölün kıyıları bembeyazdı sessizdi. Yalnız inatla yaklaşan helikopter bozuyordu sessizliği helikopterin geçtiği yerlerde hafif çöküntü oldu. İnine taş yağan çığ düşen kurt Akbar kovuğun dibine doğru kaçtı korkan Akbar başladı acı acı ulumaya çaresizdi. Akbar gebe olduğu için eşi Taşçaynar daha çok dışarıda dolaşıyordu. Çalıların arasına sinmişti Akbarın uluduğunu duyunca kalkıp inlerine doğru geldi. Taşçaynar korkma artık ben geldim dercesine Akbara sokuldu. Akbar karnında taşıdığı yavruları ne pahasına olsun koruyacaktı. Bu yüzden insan olsun hayvan olsun herkese tereddütsüz saldırabilirdi. Bu yüzden korkunun yerine mutlu geleceği aldı. Akbar gebe olduğu için avları Taşçaynar yakalıyordu Akbar’da güvenliği sağlıyordu. Hayat şartları o bahar mevsiminde sayga (antilop) sürülerinin sayısında büyük bir artış görülmüştür. Çünkü geçen sonbahar da kurtların saldırısı başladığı zamanlar da hava sıcak ve yağışlı geçmiş otlar iki defa canlanıp yeşermiş bol besin saygalarda doğumu arttırmıştı. Saygalar Mujunkum’um kumlu bölgelerindeki kuytulara sığınırlardı. Kurtlar buralara gelmezdi çünkü gelseler de kumullularda antilopları yakalamaları mümkün değildi. Yazın özellikle en sıcak günlerde kurtlar antiloplara saldırmaya gerek görmezlerdi. Çünkü o dönem de kolayca elde edecekleri avlar çoktu. Mujunkum’a kış gelmişti ve Akbar’da doğurmuştu. Akbar’ın yavruları büyümüş çocukluktan sıyrılmış hala biraz acemi iseler de güçlü birer genç kurt olmuşlardı. Ve çok güzel kurt olmuşlardı. Ama yavrulardan en küçüğü tıpkı annesine benziyordu masmaviydi gözleri ve o sırada Mujunkum’a hayvan toplayıcıları gelmişti. Abdi as, Pet ruha, Diyakoz, İnga bunlar haşhaş kaçakçılarıydı ve buraya da hem haşhaş toplayıp bunları satacaklardı hem de hayvan leşlerini toplayacaklardı ve haşhaşları toplayıp kibrit kutularına yerleştirdikten sonra oradan trene binip uzaklaşacaklardı ama yakalandılar. Mujunkum’da kış ağır şartlarda geçiyordu. Akbar ve Taşçaynar’da hep insanlardan korkmuşlardı. Ama Akbar’ın korkusu iki katına çıkmıştır. Ya yavrularını kaçırırlarsa o zaman Akbar yaşayamazdı. Korktuğu başına gelmişti Akbar’ın yavrularını kaçırmışlardı ve kaçıranda Bazarbaydı tabi ki satıp içki alacaktı. İçkicinin biriydi Bazarbay’da yavruları arkadaşı olan Baston’un yanına getirdi saklaması için ama ne Boston ne karısı Gülüm han kabul etti bunu ama Bazarbay ikna edip o akşam orda kaldı ve yavrusu çalınan Akbar’da deliye döndü ve herkese saldırdı. Bazarbay’da ertesi gün yavruları satıp parasıyla güzelce kendine ziyafet çekti. Akbar’da Boston’ların evlerinin kapılarında günlerce gecelerce acı acı uluyordu. Ve bir gün Boston’un çocuğunu Kence’yi Akbar kaçırdı. İnine götürmek üzere o sırada Boston yalvarıyordu Akbar oğlumu getir bana ver yalvarırım. Ama Akbar hızını arttırdı o sırada Boston silahıyla ateş edip vurdu Akbar’ı ama sadece vurulan o değildi oğlunu da vurmuştu. Çocuk acısı Boston’u bitirmişti ve herkese dost olan Boston herkesin gözünden düştü bir anda ve teslim olmaya giderken atınıda aldı ve birden durup atının boynuna sarıldı ve ağlamaya başladı. Ah Donkuluk neler yaptım anlayamazsın oğlumu öldürdüm. Ben onu mezara gömmeden ayrıldım sevgili karımı terk ettim atın kulaklarını sıktı karnına çarpmasın diye üzengilerin kayışlarını kısalttı elveda; dedi haydi git eve dön istediğin yere git bir daha görüşemeyeceğiz atın sağrısına hafifçe vurdu ve hayvan serbest bırakılmasına şaşarak yürüyüp gitti.
Boston yalnız yapa yalnız devam etti yoluna gölün maviliği yavaş yavaş büyüye büyüye yaklaşıyordu. Onun sularında erimek yok olup gitmek istiyordu. Yaşama arzusu doğup doğup ölüyordu içinde tıpkı şahlanan sonra düşen kendi köpükleri arasında tekrar yüzeye çıkan dalgalar gibi...

NOT:Kitap Kıyamet,İdam Kötülüğü isimleriylede bilinmektedir.Ülkemizde çevirmenler "dişi kurdun rüyaları" ismini uygun görmüşler.Kitap dünya genelinde büyük bir okuyucu kitleye sahiptir.Romanda dikkati ilk once Akbar ve Taşçaynar adlı iki kurt çekiyor. Akbar disi kurt, taşçaynar ise erkek kurttur. Isık Göl vadisine uzaklardan gelen iki kurt yalnız dolaşmaktadırlar.Ayrıca bu kurtlar yaşadıkları bu çevrede kısa sürede ünlenmişler,çevredeki insanlar tarafından isimleri anılır olmuştur ,akbarın göz renkleri onu görenin hafızasından silinmez başka kurtlarda olmayan bir ihtişama sahiptir. İstedikleri sadece nesillerini artırmaktır, lakin bu onlara nasip olmaz.Üç kez dogum yapsalar da her defasında yavrularını kaybederler.Romanda baska bir sahıs da var ki bu da Abdiastır.Abdias öz düşüncelerine göre ruhani mektebinden kovulmus bir papazdır. Maksadı insanları dogru yola çekmek onlara Allah'tan korkmayı öğretmektir.Bunun icin o, XX. yüzyılın felaketi sayılan narkotiğe karşı savaşma kararı alıyor. Bu narkotik satanların uarasına sızıyor ve onları bu yola sürükleyen kişiyi bulabilmek icin madde toplamaya gidiyor. Ancak onun maksadını açığa çıkarıyorlar ve kendisini ağaçta İsa peygamber gibi çarmıha geriyorlar. Son nefesinde Abdias has-has topladığı zaman karsilastigi kurdu Akbarı gormeyi arzu ediyor ve ilginc olsa da Akbar oraya geliyor. Abdias'ı parçalamak isteyen Taşçaynar'ı engelliyor , Abdias'a baktığı zaman kaybettiği kurt yavrularını hatırlıyor. Ve sonuncu defa Akbara yine doğuruyor, lakin bu defa ayyaş Boston onun çocuklarını çalıp satmak için götürüyor. Akbar yavrularını arıyor,Boston ise Akbar'ın yavrularını aradığını bildiği için nefret ettiği Bazarbayın evine gidiyor. Bazarbay iyi biridir. Onun Gencesh isimli bir kücük oğlu var. Boston gittikten sonra yavrularının hala Bazarbayın evinde olduğunu düşünen Akbara günlerce orada bekliyor. Sonun da Gencesh'i kaçırıyor. Evladını kurtarmak için ateş eden Bazarbay oğlunu öldürüyor. Bu acıya dayanamayıp gidip Bostonu da öldürüyor ve teslim oluyor. Tabiat insanlardan onun yarattıklarını mahvettikleri için böylece intikam alıyor.(AYTMATOV bu romanında bir devlet politikası haline getirilmiş bir sürek avından, insanları zehirleyen zehir tacirlerinden,bahseder ki bence bunlar Cengiz Aytmatovun entellektüel kişiliğinin kitaplarına yansımasıdır.

21 Mart 2010 Pazar

İLK ÖĞRETMEN



Siz Duyuşen’in okulunu bilir misiniz? O yüksek tepede kavakların devrim şarkıları söylediği yerde..Derme çatma bir baraka,çamur ve yoksullukla sıvanmış,her yanından keskin ayazların girdiği yerde samanların üzerinde çocukların morarmış elleriyle ders yaptığı o okulu bilir misiniz? Orta da bir soba,sırayla üşüyen elleri ısıtan bir soba;küçük ellerle yapılan tezeklerle yürekleri ısıtan bir soba…Duvarda kendine bol gelen bir asker ceketi giymiş,zayıf çehreli ve sakallı;yaralı kolu sargılı aşağıya doğru sarkmış,arkaya kaykılmış kasketinin altından dikkatli ve sakin bakan;yumuşak,yüreğimizi ısıtan bakışlarıyla,sanki bize “bilseniz çocuklar ne aydınlık günler,yarınlar var önünüzde” diyen bir adamın,Lenin’in portresi..Oldukça eskimiş,kenarları yıpranmış bu resim,okulun dört duvarının tek süsü..köyde hiç kimsenin okuma yazma bilmediği,köyden dahi dışarı hiç çıkmamış bu Kırgız çocuklarının,Sovyetlere yaraşır bir şekilde yetişmesi için,okuma yazmayı tam olarak beceremediği halde,Kızıl Orduda öğrendiği bilgileri bu çocuklara öğretmek için canını dişine katan bir komsomolun bir öyküsüdür ‘ilk Öğretmen’

NOT:
Bu kitap eğitimden geri kalmış kız çocuklarının okula gönderilmek istenmediği bir millete adete bir baş kaldırıdır.Bir öğretmen düşününüzki; yıllarca çeşitli insanların esareti altında ezilmiş çalışmak zorunda bırakılmış tüm fikirleri kalburüstü insanlar tarafından yok sayılmış herşeyden önemliside bu tür insanlar tarfından özgürlükleri elinden alınmış bir yerde öğretmenlik yapmak zorunda kalsın. Üstelik bu insan yaptığı iş karşısında bir bedel istemesin.Köyde olmayan bir okulu var etsin. Çocukları bu okula götürebilmek için çocukları kucağına alıp soğuk nehirden geçirmek gibi bir sıkıntıya katlanabilsin.AYTMATOV bu kitabında kendilerine özgürlük getiren devrim liderine "Lenin'e" gönülden bağlı bir öğretmen portresi çizmiştir. Üstelik bu öğretmen kızıl orduda öğrendiği az okumasıyla öğretmenlik yapmaya çalışmaktadır. Yani gerçek bir öğretmen değildir aslında. Çocukların birşeyler öğrenmesi için çaba sarfeden umut dolu bir gönül öğetmeni...

14 Mart 2010 Pazar

GÜN OLUR ASRA BEDEL


Roman kahramanı Yedigey Cangeldin,cepheden döndükten sonra,Kazak bozkırlarında küçük bir aktarma istasyonunda çalışmaya başlar.burada tanık olduğu ve uzak geçmişine çağrışım yapan olaylar,gerçekte bir siyasi rejimin gümbür gümbür çöküşünün nedenlaeridir.

Yedigey’in çok eski ve yakın arkadaşı olan Kazangap ölür.Onun için bir cenaze töreni düzenleler.bu törene Kazangap’ın şehirde oturan oğlu ve kızını da çağırırlar.Kazangap’ın cenazesini mezarına götürürken,Yedigey kendisinin ve milletinin geçmişini,acı-tatlı,düşündürücü yanlarıyla bir bir gözlerinin önünden geçirir.O gün ‘Asra bedel bir gün’ olur onun için.Sevdikleri kişinin cenazesini Naymanlar’ın kutsal mezarlığına götürdükleri zaman,orada bir uzay üssünün kurulmuş olduğunu görürler ve cenazenin gömülmesine izin verilmez.Öte yandan,Rus-Amerikan ortak araştırması sonunda kozmonotlar,uygarlık düzeyi Dünyanınkinden çok daha yüksek bir gezegen keşfeder.Bu gezegende yaşayanlar dünyalılarla ilişki kurmak isterler.Fakat daha yüksek bir uygarlığı ,daha iyi bir yönetimi kendileri için zararlı gören dünyalı yöneticiler bu isteği reddederler.

NOT:Bu kitapta bir rejimin baskısı altında yaşan ve kültürel değerlerini kaybetmeye yüz tutmuş bir köyde geleneklerine bağlı bir insan ve çabalarını görebiliriz ayrıca kitapta yazar çok çarpıcı tespitlere varıyor. Romanı bir bilim kurgu romanı haline getirmeyi de başarmış.Romanda destanlarla gerçekleri iç içe almış. uan Juanlar, Sarı Özek bozkırında yaşayan Naymanların topraklarını istilâ eder. Tutsak aldıkları Nayman gençlerinin kafalarına yaş deve derisinden bir başlık geçirirler. Güneş altında kurumaya ve daralmaya başlayan deri, esirlere korkunç acılar verir.Ayrıca çıkan saçlar deve derisine giremediğinden dönüp kurbanın kendi kafa derisine girer böylece tutsaklar hafızalarını kaybeder. Tutsaklar bu işkencenin sonunda ya ölürler ya da mankurtlaşırlar yani belleklerini ve bilinçlerini yitirirler. Juan Juanlar, tutsakların anılarını belleklerinden silmekle, insanlığın bilincini yok etmekle insanlık onurunu ayaklar altına almayı başarmış bir topluluktur. Mankurtlaşan tutsak artık efendisinden başkasını tanımaz. Ne anasını, ne babasını, ne de bir başka şeyi hatırlar. Ağzı var, dili yoktur artık; isyanı ve itaatsizliği hiç düşünmeyen tek varlıktır yeryüzünde.

7 Mart 2010 Pazar

Beyaz Gemi--->Cengiz AYTMATOV


BEYAZ GEMİ Romanın kahramanı yedi sekiz yaşlarında Isık-Göl kıyısında dedesi, ninesi, teyzesi ve onun kocasıyla birlikte yaşayan bir çocuktur.Babası ve annesi tarafından terk edilen torununa sahip çıkan Mümin dede, sonradan evlendiği karısı ve torunuyla birlikte bu tenha göl kenarında, ormanın bakım işleri ile uğraşan ve partiden olan damadı Orozkul’a yardım etmektedir. Orozkul’un karısı, çocuğun teyzesi Bekey kısır olduğu için çocuk sahibi olamayan bir kadındır. Orozkul evlat sahibi olamamanın hıncını bu zavallı ihtiyar ve onun çocuğu olmayan kızından çıkarmaktadır.Çok geniş bir hayal dünyasına sahip olan çocuk, dürbünüyle hergün gölde yük ve yolcu taşıyan bir gemiyi izler. Gemilerde tayfalık yapan babasının da bu gemide çalıştığını düşünerek, balık olup bu gemiye ulaşmayı, babasına zavallı dedesini, zalim Orozkul’u, yaşadıklarını hayallerini anlatmayı düşler. Dedesinin yanından hiç ayrılmayan çocuk, onun anlattığı masalları dinlerken adeta yaşıyormuşçasına onlardan etkilenir. Bu masallardan biri Boynuzlu Maral Ana destanıdır.Eski zamanlarda Yenisey ırmağı boyunca kabileler arasında savaşlar olur, zaferler ve yenilgiler yaşanırmış. Fakat kabilelerin büyüklerinden biri öldüğü zaman büyüklerine yas tutan kabileye saldırılmazmış. Bir gün Kırgızların lideri öldüğünde ona geleneklerine göre büyük bir cenaze töreni düzenlemişler. Herkes cenazeye layıkıyla bir tören yapılması için uğraşırken, onları silahsız yakalayan bir düşman kabilesi, bir kişiyi bile sağ kalmayacak şekilde kılıçtan geçirmiş. Yalnız bu mezalimden, o baskından biraz önce oynamak için ormana giden bir kız, bir de oğlan çocuğu kurtulmuş. Çocuklar onların düşmanları olduğunu bilmeden, o sırada uzaklaşan toz bulutunun ardına düşmüşler. Çok uzaklarda bir dağın yamacında bir şölen verildiğini görüp oraya gitmişler, bu şölen yeni topraklar kazanan düşmanlarının zaferlerini kutladıkları bir şölenmiş. Oraya gidince kabilenin lideri, bu iki çocuğun Kırgız aşiretinden olduklarını anlayıp, onları bir uçurumdan atması için bir kadına vermiş. Böyle bir şeye kadının da gönlü razı olmuyormuş ama o yapmazsa bir başkası çocukları feci bir şekilde öldürebilirmiş. Onları uzaklarda bir uçurum kenarında aşağıya atacakken, büyük boynuzlu bir maral belirmiş. Kadına yavrularının insanlar tarafından öldürüldüğünü, o yüzden o çocukları istediğini, onları yavruları gibi büyüteceğini söylemiş. Çocukları alıp güneylere Isık-Göl kıyılarına gelmiş. O iki çocuk büyümüş, Kırgızlar onların soyundan yeniden türemiş. Ve bu insanlar Boynuzlu Maral Ana’nın çocuklarına hep saygı duymuş, onları avlamamışlar. Ta ki, yıllar sonra dosta düşmana ne kadar zengin olduklarını göstermek için, ölen babalarına yaptıkları görkemli bir cenaze töreninde, oğulları onun öte dünyada Boynuzlu Maral Ana’nın soyundan olduğunun anlaşılması için, mezarının başına büyük bir maral boynuzu dikmeyi düşünene kadar... Bundan sonra ölenlerine saygı ifadesi olarak, mezar başlarına maral boynuzu dikmeye başlamışlar. Boynuzlu Maral Ana bu insanlara küsmüş, kalan yavrularını alıp oraya veda ederken, bir da ha geri dönmeyeceğini söylemiş.
Bir gün dede sevinçle çocuğa maralların geldiklerini, onları ormanda gördüğünü söyler. Çocuğun sevincinin tarifi yoktur. Ancak maralların geldiğini bilen yalnız dede ve torunu değildir. Bir gün Orozkul bu marallardan birini avlayıp misafirlerine ikram etmek ister. Tüfek Orozkul’a muhtaç olan Mümin dedenin eline verilir ve maral ona vurdurulur. Çocuk bütün bunlar olup biterken evde hasta yatmaktadır. Dışarı çıktığında insanların sevinçle et paylaştıklarını görür. O gün ilk defa dedesinin içki içtiğine şahit olur. Etrafa bakınırken öldürülen maralın boynuzunu görünce, üzüntüsünden ne yapacağını bilemez. Birden içinde bir balık olup babasına gitme isteği doğar. Yakınlardaki çaya koşan çocuk, kendini azgın sulara bırakır.

NOT: Aytmatov bu kitapta geleneklerine bağlı olarak yetiştirilmeye çalışan bir çocuğun en saf duygularını bize yansıtmaya çalışmakta. Büyükler bu gelenekleri yozlaştırmaya çalışırken yetim çocuk en saf duygularıyla bu geleneklerine bağlanmış. Aytmatov çocuğun ruh halini yazıya eski bir efsane ile birlikte dökmüş.

20 Şubat 2010 Cumartesi

Cengiz AYTMATOV:
  • 12 Aralık1928 tarihinde Kuzeybatı Kırgızistan'daki Talas eyaletinin Şeker köyünde doğdu
  • Aytmatov, en geniş anlamda Türk kültürünün dünyada yeni ve güçlü bir atılım yapabilmesini sağlayacak önemli bir değerdir
  • Çok yönlü bir kişiliktir. Her şeyden önce iyi bir edebiyatçı ve saygın bir entelektüeldir, Rusya ve Orta Asya'da devlet başkanlarıyla dostlukları olan etkin bir siyasi güç, özgün bir yazardır. herhangi bir ekol veya akıma mensup olmayıp kendi başarılı tarzını oluşturabilmiştir.
  • Düzenlemesine öncülük ettiği Issık Göl forumu, dünya çapında önemli entelektüelleri bir araya getiren, çevre kirliliği başta olmak üzere insanlığın ortak sorunlarına dikkat çeken bir etkinlik olmuştur.Ayrıca bu forum, Sovyet Birliği'nin dış dünya ile ilk ve en önemli entelektüel ilişkisi özelliğini taşıması bakımından da tarihi bir öneme sahiptir.
  • 10 Haziran 2008 tarihinde Nürnberg'de(Almanya) yaşamını yitirdi